Menü Kapat

Ufuklara Bakarken: Bir Şiir Yolculuğu ve İç Hesaplaşma

 

Muhammed IŞIK / TYB Ankara Şubesi YK Üyesi

Gökan Öztürk, Ufuklara Bakarken adlı eserinde, şiir dünyasının en köklü hislerine, en derin düşüncelerine ve en coşkulu anılarına dair benzersiz bir yansıma sunuyor. Kartal Rüyası, Ve Yağmurlar Yağacak, Ferman, Şair Yüreği, Senden Yadigâr Kaldı, Gölge Aydınlığı ve Kırkıncı Yolculuk gibi eserlerle edebiyatın farklı ufuklarını aydınlatan Öztürk, bu kitabıyla “son şiir kitabım” ifadesini kullanırken, hayatının şiirle örülü yolculuğunda dönüm noktalarından birine veda edercesine okuruna son bir mektup bırakıyor.

Şiirin özündeki nadide güzellik, yalnızca kelimelerin dansı değil; aynı zamanda insan ruhunun derinliklerinde saklı, her satırda yeniden doğan bir umut ve mücadele öyküsüdür. Allah’ın seçkin kullarına bahşettiği bu eşsiz yeteneğin izlerini taşıyan şair, okurlarına, şiirin yürekten kopan bir çığlık olduğunu ve kelimelerin en yalın, en gerçek haline ulaştığında insanı nasıl da sarmaladığını hatırlatıyor. Gökan Öztürk, Abdurrahim Karakoç gibi büyük şairlerden aldığı ilhamı kendi üslubuyla harmanlayarak, farklı tarz denemeleriyle her satırda yeni bir soluk getiriyor.

Benim için şiiriyle tanışma sürecim, onun ilk kitabı Kartal Rüyası ile başladı. O günden bu yana, her eseriyle ruhuma dokunan, kelimelerin ardındaki derin anlamı keşfetmemi sağlayan bir rehber oldu. Ufuklara Bakarken kitabı, 74 özenle seçilmiş şiirle, okuyucusunu duyguların labirentine davet ediyor. İlk sayfalarda, annesine yazdığı dizelerle başlayan şiirler, adeta sevginin, özlemin ve geçmişe duyulan minnetin en içten ifadesi olarak kaleme alınmış. Anneme Arzuhâl dizelerinde, kaybolan günlerin hüznü ve sevginin sıcaklığı, okurun yüreğinde derin izler bırakıyor:

“Artık kimse kimseyi sevmiyor candan, annem!
Kalenderlik herkese yakışır mı, sen söyle
Sen gideli bu elden, hayatım zindan, annem!”

Bu mısralar, sadece bir özlem değil, hayatın acımasız geçişine ve kayıpların tarifsiz hüznüne dair bir şahitliktir. Aşk şiirleriyle devam eden eser, İlk Mektup dizeleriyle kalbin en kırılgan anlarını, vefanın ve ihanetin ince çizgilerini gözler önüne sererken, her kelime adeta ruhun derinliklerine işliyor:

“Gökten hediye sana, yâr yolunda vefakâr
Riyakâr meclisinde eller kanımı emdi.”

Dünyalık Şiir’de ise, insanın varoluşunun kaynağına, dünyayı ilk nefesle kavrayan o masum çocuğa dönüşünü; anne karnındaki o ilk sıcaklık ve yaşamın başlangıcındaki o saf merakı dile getiriyor:

“Bir anne karnında büyüdüm önce
Yağmur, kar, demeden gezdim dünyayı
Kalın düşünmedim, düşüncem ince
Tepeden tırnağa süzdüm dünyayı”

Gökan Öztürk, şiir örneklerini sunduktan sonra tarihin tozlu sayfalarından fırlamış destanları da kaleminin ucuyla yeniden yorumluyor. İstanbul’un Fetih Destanı adlı şiirinde, Fatih’in kudretli duruşunu ve ordusuna fısıldadığı savaş coşkusunu hissettiren dizelerle okuyucusuna tarihle iç içe geçmiş bir kahramanlık destanını sunuyor:

“Peygamber övgüsünü ince düşünen Fatih
Ordusuna seslendi: Başlasın büyük fetih!”

Bu mısralarda, şair, yüzyıllardır milletin hafızasında yankılanan bir önderin, ilham ve inançla dolu sözleriyle yeni bir zaferin eşiğine geçişini betimliyor. Ardından, Türk askeri geçmişine dair satırlarda, savaşın o kudretli görkemi ve devlerin meydan okuyan mücadeleleri çağrıştırılıyor:

“Türk askeri geçmişti ana, baba ve yardan
Cehennemi andıran inanılmaz alevler
Kocaman gürültüyle kapışır sanki devler”

Her bir kelime, milletin ecdadından süzülen cesaretin, inancın ve bağlılığın yankısını taşıyor. Şair, asırlardır beklenen Türk askeri figürünün, binlerce şehidin cennetle müjdelenmiş yeriyle nasıl bütünleştiğini anlatırken;

“Asırlardır bugünü bekleyen Türk askeri
Binlerce şehitlerin cennette hazır yeri”

dizesiyle, geçmişin acılarını ve zaferlerini bir araya getiriyor. Bu anlatım, okuru hem duygusal bir derinliğe hem de tarihi bir bilinçaltına davet ediyor. Çanakkale Destanı’nda ise, Anadolu’nun yürekli savunucusuna dair coşku ve hüzün bir arada sunuluyor:

“Göğsünde yara büyük, tedirgin Anadolu
Açmıştı Mehmetçiğe Allah mukaddes yolu
Boğaz’a doğru yürür, Avrupalı dört koldan
Hep bir ağızdan: Dönen alçak olsun bu yoldan!”

Bu dizeler, vatanın her karış toprağına işlenmiş bir kahramanlık öyküsünü, zorluklar ve fedakarlıklar içindeki mücadeleyi adeta yeniden canlandırıyor. Savaşın yıkıcılığına ve mermilerin göğe yükselen öfkesiyle birleşen inanca dair örnekler, şairin kaleminde adeta bir destan ritmi kazanıyor:

“Mermiler kutsalıma yağarken milyonlarca
Davamız göklerdedir, çekilen yük tonlarca
Toprağın altından ses: “Burası mahşer!” diyen
Yenilgiye düşer mi “Allahu Ekber!” diyen?”

Burada, tarihin acımasız yüzünü ve aynı zamanda inancın, direnişin ne denli sarsılmaz olduğunu vurgulayan dizeler, okura hem üzüntü hem de umut dolu bir hafıza sunuyor. Büyük Taarruz’a Doğru şiirinde ise, ordunun sarsılmaz imanıyla düşmana karşı yükselen direnişi, mücadele ruhunu ve sevgi dolu vatan sevgisini şu dizelerle dile getiriyor:

“Sarsılmaz iman azim bütün orduyu kaplar
Felakete uğrayan düşmandaki hesaplar”

Devamında, Türk milletinin gözyaşlarının sevinçle harmanlandığı anı ve başkomutana duyulan içten sevgi;

“Gözyaşını dökünce Türk Milleti sevinçten
Başkomutana sevgi oldukça doğal içten”

ile dile getiriliyor. Ve nihayetinde, Büyük Taarruz destan, gönülde iz bırakır / Tarihlere ismini böyle temiz bırakır dizeleri, şairin, tarihe adını altın harflerle yazdıran bu efsanevi mücadeleyi ölümsüzleştiriyor.

Gökan Öztürk’ün tarih kokan şiirleri, sadece geçmişin kahramanlık öykülerini anlatmakla kalmıyor; aynı zamanda milletin ortak hafızasına, ulusun ortak duygularına dokunan bir anlatım sunuyor. Her dizede, geçmişin acıları, zaferleri, kayıpları ve umutları, bugünün ruhuyla yeniden buluşuyor. Şairin bu destansı anlatımı, okuyucuyu sadece tarih sahnesinde bir yolculuğa çıkarmakla kalmıyor, aynı zamanda kalpte saklı duran o derin vatan sevgisini ve mücadele ruhunu da canlandırıyor.

Gökan Öztürk, kalemin keskinliğiyle toplumdaki çarpıklıkları, adaletsizlikleri ve çağımızın çürük yüzünü eleştirmekten de çekinmiyor. Hiciv şiirleri, onun keskin gözlemleri ve ironi dolu kalemiyle hayat buluyor. Beyanname adlı şiirinde, mevcut düzenin dengesizliğine ve sistemdeki aksaklıklara yönelik sivri bir eleştiri yer alıyor:

“Bu düzen böyle gitmez, durun azıcık lütfen
Durmadan şom ağızlı gibilerden haber ver
Başımıza bunca dert gelmedi tesadüfen
Gökdelende süzülen abilerden haber ver”

Bu dizeler, kelimelerin arka arkaya akışıyla, her dizesinde adeta bir uyarı, bir sitem taşıyor. Her satır, toplumun mevcut durumuna, alışılmışın dışına çıkan seslere karşı duyulan rahatsızlığı gözler önüne seriyor.

Şairin hiciv gücü, Beyanname dizelerini takip eden kıvrak betimlemelerde de kendini belli ediyor. “Ekâbir tavırlarla dolaşır salon salon” mısralarıyla, sosyal yaşamın sahte yüzünü, ince detaylarla eleştirirken; “İğne ucu dokunsa anında patlar balon” benzetmesiyle, sistemin ne kadar kırılgan ve çabuk öfkelenen yanlarını gözler önüne seriyor. Şair, sıradan bir giyim eylemini bile hicivli bir dille ele alarak, toplumun mekânsal ve kültürel yapısına ayna tutuyor:

“Ekâbir tavırlarla dolaşır salon salon
İğne ucu dokunsa anında patlar balon
Eteğinin üstüne giyinse de pantolon
Emmi kılığındaki bibilerden haber ver”

Bu dizeler, sanki günlük yaşamın içindeki maskelerin, sahte duruşların ne kadar da çabuk dağılabileceğini, gerçekliğin anında ortaya çıkabileceğini anlatırcasına, mizah ile harmanlanmış bir eleştiriyi sunuyor.

Yeni Nesil şiirinde ise şair, toplumun gelecek nesline yönelik beklentilerini ve eleştirilerini daha doğrudan bir dille dile getiriyor. İroniyle süslenmiş kelimeler, “İğrenç bir zamandayız, neler gördük efendi” dizesinde, çağın acımasız yüzünü açığa çıkarırken; aynı zamanda yeni neslin hem eleştirel hem de kendini yeterli görme eğilimini sorguluyor:

“İğrenç bir zamandayız, neler gördük efendi
Hep beleşe doymaya ne diyor yeni nesil?
Ana saf, baba da saf, tam bir uyanık kendi
Helal değil haramı ye diyor yeni nesil”

Bu satırlarda, toplum değerlerinin ve şahsi sorumlulukların nasıl erozyona uğradığını, modern dünyanın çarpıklıkları ve aldırışsızlığı üzerinden keskin bir dille resmediyor.

Hicvin doruk noktalarından biri olan Yeter Artık şiirinde ise, İsrail’in Filistin’de gerçekleştirdiği katliamları, adeta bir öfke manifestosu niteliğinde eleştiriyor. Şair, uluslararası arenada yaşanan bu vahşetlere karşı, kelimelerle adaletin yerini bulması gerektiğini haykırıyor:

“Bu kaçıncı vahşet, ulan şerefsiz!
Vahşetin sonuna gelinmelidir!
Filistin halkını bıraktın evsiz
Cesurca bir karar alınmalıdır”

Burada, dilin oluşturduğu sarsıcı etkiyle, sadece bir siyasi eleştiri değil, aynı zamanda insanlık dramının ağırlığı hissediliyor. Devam eden dizelerde ise, adaletin sağlanması adına gerekli eylem çağrısında bulunuluyor:

“Hâsılı bu zulme dayanmaz yürek
Allah lanetlemiş, söze ne gerek?
Telaviv’in göbeğine inerek
Hâk Yol İslâm marşı çalınmalıdır!”

Bu mısralarda, kelimeler birer kalkan ve kılıç gibi, zulme karşı direnişin ve adalet arayışının simgesi oluyor. Gökan Öztürk, hicivdeki ustalığıyla, sadece toplum sorunlarını dile getirmekle kalmıyor; aynı zamanda okuyucusuna bu sorunların bilincinde olmanın, öfkeyi ve umudu birlikte taşımayı da öğretiyor.

Gökan Öztürk’ün hiciv şiirleri, modern dünyanın çarpıklıklarına, sosyal ve siyasal meselelere dair keskin bir eleştiri sunarken, aynı zamanda esprili ve düşündürücü bir dil kullanımıyla okuru derin bir iç hesaplaşmaya davet ediyor. Onun kelimeleri, toplumsal maskelerin ardında saklanan gerçekliği ortaya çıkarmak ve adaletin, doğruluğun sesi olmak için hep bizlere bir çağrı niteliğindedir.

Bu eser, Gökan Öztürk’ün şiirle olan ömür boyu süren, tutku dolu yolculuğunun bir özetidir. Şair, kırk iki yaşına doğru ilerlerken, geride bıraktığı yılların birikimini, acılarını, sevinçlerini ve umutlarını, kelimeler aracılığıyla yeniden şekillendiriyor. Okur, bu şiir kitabında yalnızca bir sanat eserine değil, aynı zamanda yaşamın ta kendisine dokunan, yürekten kopan bir iç hesaplaşmaya tanıklık ediyor. Her dize, her kıvrak mecaz, bir ömrün, bir yaşamın şiirsel anlatımı olarak edebiyat sahnesinde yerini alıyor.