Menü Kapat

Şimdiki Çocuklar Harika mı?

Gülveren GÜNDOĞLU

Bir Çin Atasözü der ki; Bütün dünya üzerinde bir tek güzel çocuk vardır, bütün anneler de ona sahiptir.” Aynen öyle, her anne için dünyanın en güzel çocuğu kendi çocuğudur.
İnsanın kendi çocuğunu herkesten daha çok fazla sevmesi, onu dünyanın en önemli varlığı olarak görmesi, üstüne titremesi çok normal bir durumdur. Çünkü çocuğumuz dünyadaki en değeri varlığımızdır. Çocuğunu her şeyden koruyan ana-babalar onu hiç yormadan, kendisinin ihtiyaçlarını isteklerini söylemesine fırsat vermeden, gereksinimi olan olmayan her şeyi önüne yığıyorlar. Her gün bir oyuncak alarak, hediyeye boğuyorlar. Yorulmasın, üşümesin, terlemesin diyerek çocuğun yapması gereken her şeyi, ödevlerini bile kendileri yapıyorlar. Durum böyle olunca çocuklara hiçbir iş yaptırılmadığı için hiçbir beceri kazanamıyor. Her şey emrine âmâde geldiği için neye ihtiyacı olduğunu çocuk tam olarak anlayamıyor. İhtiyaç olarak gördüğü bir şeyi arama, bulma, elde etmek için çaba gösterme, sabretme becerilerini geliştiremiyor. İstediği bir şeyi de hemen o anda olsun istiyor. Beklemeyi, sabretmeyi, isteklerinin yerine gelmesi için zamana ihtiyaç olduğunu düşünemiyor. İbni Sina “Çocukta ruh ve beden eğitimi ve gelişimi beraber yürütülmelidir.” demiş. Bu sözün doğruluğunu günümüz çocuklarında görmek mümkün.
Çocuklar, yetişkinlerle oynadığı oyunlarda, yetişkinler bilerek yeniliyorlar. Ana-babalar, ablalar, çocuğun yenmesine göz yumarak, onun mutlu olmasını sağlıyorlar. Bu durumda çocuk yenilme duygusunu hiç tatmıyor. Yenmek için gayret göstermeye gerek görmüyor. Çocuğu mutlu etmek, onun özgüvenini yükseltmek ve onu cesaretlendirmek için yetişkinler tarafından yapılan bu uygulamalar, onun egosunu şişirdikçe şişiriyor. Artık kabına sığmayan ego, arsızlığa ve narsistliğe doğru yol almaya başlıyor. Okula başladığı zaman arkadaşlarıyla oynadığı oyunlarda yenilmeyi asla kabul etmiyor.
Etienne Gilson; “Çocuğa küçük şeylerden zevk almasını öğreten, ona büyük bir servet bırakmış olur.” demiş. Ne kadar doğru söylemiş.
Bu şekilde aşırı derecede şımartılarak yetiştirdiğimiz çocuk, zamanı gelip her çocuk gibi okula başladığında, işler karışır. Okulda onun gibi, sürekli şımartılan, hediyelere boğulan, hayır kelimesini hiç duymamış, her biri kendi evlerinin kralları ve kraliçeleri, kendi ailesinin biricik evladı olan başka çocuklar da vardır. O çocuklar da, okulda öğretmenler dahil tüm görevlilerin emrine âmâde olmasını bekliyorlar. O çocuklar da dünyada kendisinden daha değerli başka birinin bulunmadığından emin olarak, ilgi, sevgi, saygı ve değer görmek istiyorlar. O çocuklar da evdeki yetişkinlerle oynadığı oyunlarda hep yenmiş, yenilme duygusunu hiç tatmamış, “Dünyayı ben yarattım.” havasındaki küçücük boylarıyla dünyaya tepeden bakan çocuklardır. Sınıf içinde bu çocuklarla aynı sıralarda oturacaklar. Toplumsal kurallara hep beraber uyacaklar. Hepsi aynı anda konuşup, gürültü yapmayacak, sırayla konuşulacak. Çocuklar birlikte oyun oynadığı zaman bazen biri, bazen diğer arkadaşları kazanacak. Yanlış bir davranışı olduğunda uyarılacak. Kaprisleri dikkate alınmayacak. Başkalarının da konuşma hakkı olduğunu kabul edip, sözünü kesmeyecek. Öğretmeni de bu kuralların uygulayıcısı olarak en büyük suçlu durumunda görecekler.
Evdeki “Astığım astık, kestiğim kestik” diyen çocuk bu kuralları nasıl kabullensin? Bunlara nasıl katlansın?
Yavaş yavaş okuldan, öğretmenden, arkadaşlarından soğuma başlayacak. Önce karnı ya da başı ağrıdığı için okula gitmek istememe şeklinde kendini gösterecek bu durum. Bunu, derslere ilgisizlik, ödevleri bir yük ve bir ceza gibi görme takip edecek. Oyunlarda onu yenen arkadaşları düşmanlaştırılacak. Akran zorbalığı denen sinsi tehlike yavaş yavaş ortaya çıkmaya başlayacak .Sonunda hem sosyal hem akademik başarısızlık kendini gösterecek. İçinden çıkılmaz bir sıkıntı sarmalı ile baş başa kalan ebeveynler ne yapacaklarını şaşırmış vaziyette, pedagogların ve psikologların kapısını aşındırmaya başlayacaklar.
Bu saatten sonra geriye dönüş oldukça zahmetli, üzücü, insanın sabrını zorlayan, zaman zaman karamsarlığa düşüren, umutlarını tüketen zor bir süreçtir.
Bu sürece hiç varmadan, çocuklarımızın herkes gibi bir birey olduğunu kabul etmemiz gerekir. Normal insan gözüyle görmemiz gerekir. Başarılarını överken abartmadan, ölçüyü kaçırmadan yapmak gerekir. Her çocuğun yapabileceği en basit bir işi yaptı diye ödüle boğmamak gerekir. Yemeğini yemesi, ödevini yapması, dişini fırçalaması karşılığında ödül vererek rüşvete alıştırmamak gerekir. Yeteneklerini olağanüstü hale getirmek doğru değildir. Mümkün mertebe objektif olarak oyunlarda yenmeyi de yenilmeyi de tattırmak lazımdır. İhtiyacı olabilecek şeyleri önceden düşünüp yerine getirmeyip, onun istemesi beklenmelidir. Bir şeylere ihtiyacı olduğunun farkına varması sağlanmalıdır. Bir çocuğun her isteğini vermekle, ona can sıkıntısı aşılamış olursunuz.
Rica etmeyi, ricasını yerine getirene teşekkür etmeyi öğrenmelidir. Hatalı durumda özür dilemeyi bir yenilgi olarak görmeyip, erdemli insanın yapması gereken bir davranış olarak benimsemesi sağlanmalıdır. Kişisel işlerini ve ödevlerini kendisi yapmalı, emeğin değerini bilmelidir. “Ağaç yaşken eğilir, ”atasözünün önemini tekrar gündemimize almalı, unuttuğumuz kültürümüzü hatırlamalıyız.