Selim Gürbüzer’in Ölürüm Türkiyem adlı kitabı, yalnızca bir otobiyografi değil, aynı zamanda yazarın Türkiye’ye duyduğu derin sevdanın izlerini taşıyan, 611 sayfa ve 10 bölümden oluşan kapsamlı bir eserdir. Yazar, bu eserde kendi yaşamını, Türkiye’ye olan bağlılığını ve toplumsal duyarlılığını samimi bir biçimde okuyucusuyla paylaşır. Gürbüzer’in çocukluğundan ihtiyarlığına kadar olan süreçte, Türkiye’ye duyduğu sevda ve idealize ettiği Kızıl Elma anlayışının, hem bireysel hem de toplumsal hafıza açısından nasıl şekillendiğine dair zengin bir anlatı sunulmaktadır.
Kitap, Gürbüzer’in Bayburt’taki çocukluk anılarından başlar ve Erzurum’daki üniversite yıllarını, İstanbul ve Ankara’daki meslek hayatını kapsamaya kadar uzanır. Yazar, bu yaşam yolculuğunda karşılaştığı olayları ve anekdotları aktarırken, Türkiye’ye duyduğu derin sevdanın her bir aşamasını titizlikle işler. Bu bağlamda, Gürbüzer’in yaşamı, bir anlamda Türkiye’nin sosyo-politik dönüşümünü de yansıtan bir mikrokosmos gibi işlev görür. Yazar, sadece kendi hikayesini değil, aynı zamanda ülkesinin tarihsel ve kültürel evrimini de derinlemesine sorgular.
Kitap, Gürbüzer’in gençlik yıllarında etkilendiği isimlerin – Osman Okutmuş, Yılmaz Saka, Abdurrahim Karakoç ve Muhsin Yazıcıoğlu gibi – düşüncelerinin ve etkilerinin bir bileşkesi olarak şekillenir. Bu isimler, yazar için sadece kişisel rehberler değil, aynı zamanda Türkiye sevdasının ve Kızıl Elma idealinin taşıyıcılarıdır. Gürbüzer, bu ideali hayatının her aşamasına yansıtarak, okuyucuya, ulusal bir sevdanın nasıl bireysel bir yaşam biçimine dönüştüğünü gösterir.
Eserde, yalnızca bireysel bir sevda değil, aynı zamanda Türkiye’nin toplumsal ve tarihsel panoraması da ele alınır. Gürbüzer, Batı’nın Ortadoğu politikalarına, Gazze ve Batı Şeria’daki zulme dair düşündüren satırlara yer verir. Yazar, bu konuda derin bir empatiyle kaleme aldığı yazılarında, Türkiye’nin yeniden dirilişi ve Ortadoğu’daki halkların huzura kavuşması için bir umut ışığı arar. Kitap, sadece bireysel düşüncelerle değil, aynı zamanda küresel olaylarla bağlantılı bir perspektifle de şekillenir. Gürbüzer, Ortadoğu’daki adaletsizliğe ve Batı’nın bu bölgedeki çirkin siyasetlerine dair sert eleştirilerde bulunarak, okuru tarihsel bir yolculuğa çıkarır.
Kitapta yer alan “Bakmayın siz öyle ABD’nin tek başına dünya jandarmalığına soyunmasına, eninde sonunda o da çöküşün eşiğine gelecektir” gibi satırlar, Gürbüzer’in düşüncelerindeki cesareti ve netliği gözler önüne serer. Bunun yanında, Gazze ve Batı Şeria’daki zulme dair “Ah Gazze! Ah Batı Şeria! Ah Nablus! Ah Eriha!” ifadeleri, yazarın bu topraklara duyduğu derin acıyı ve adalet arayışını simgeler. Yazar, Batı’nın Ortadoğu üzerindeki kirli oyunlarının bir gün kendi can evinden vuracağına dair kesin bir inanç taşır. Gürbüzer’in bu konudaki görüşleri, eserin en çarpıcı ve düşündüren kısımlarından birini oluşturur.
Ölürüm Türkiyem, sadece bir bireysel hikayenin öyküsü olmanın ötesinde, Türkiye’nin geçmişine, kültürüne ve geleceğine dair derin bir bakış sunar. Yazar, kişisel sevdanın ve ulusal bir ideolojinin, bir insanın düşünsel ve ruhsal dünyasında nasıl köklü bir etki oluşturabileceğini ortaya koyar. Kitap, yalnızca Selim Gürbüzer’in yaşamını anlatmakla kalmaz, aynı zamanda Türk milletinin tarihi misyonu, kültürel kökleri ve ulusal dirilişinin nasıl bir arayışa dönüştüğünü de keşfeder.
Yazarın, “Umudumuz odur ki ‘Ey Türk titre ve kendine dön’ titreyişiyle dirilişe geçtiğimizde o gün en başta ülkemiz olmak üzere tüm Ortadoğu, tüm Orta Asya, tüm Kafkasya halkları huzura kavuşur” şeklindeki ifadeleri, Gürbüzer’in Türkiye’nin liderliğinde bir bölgesel barışın gerçekleşeceğine dair olan inancını vurgular. Kitap, hem bireysel hem de kolektif hafızayı zenginleştiren, Türkiye’nin dirilişi ve adalet arayışını anlamak isteyenler için önemli bir başvuru kaynağıdır.
Ölürüm Türkiyem, Selim Gürbüzer’in yalnızca bir yaşam öyküsünü değil, aynı zamanda bir milletin idealine ve geçmişine olan bağlılığını yansıtan derin bir yapıt olarak karşımıza çıkar. Gürbüzer’in kalemi, hem düşündüren hem de ilham veren bir güç taşırken, Türkiye’ye olan sevdanın yaşam biçimine dönüşümünü tüm samimiyetiyle aktarır. Yazarın çeşitli ortamlarda yayınladığı yazılardan oluşan kitap, okuyucuyu zorlamakla birlikte tarihe ışık tutması, özgün görüşlerini barındırması ve dilinde Bayburt esintilerinin bulunmasıyla hem bireysel olarak etkileyici hem de kolektif hafızamızda önemli bir yer tutacak niteliktedir.