Menü Kapat

Richard Tarnas: ‘Batı’nın Kaynakları Yunan ve İsrail Kültürleridir’

SÖYLEŞİ: SERDAR BİLİR

ÇEVİRMEN: HÜDANUR AKKUZU

KAYNAK: CİNS DERGİ

Sizin açınızdan Batı düşüncesini; hangi akımların, hangi düşünürlerin, hangi toplulukların, hangi inançların etkilediği hakkında ne düşünüyorsunuz?

İlk sorunuz ‘Batı Düşüncesi Tarihi’ni yazmamdaki amacı da açıklıyor. Bu yüzden size kısaca cevap vermek zor olacak; çünkü burada sorduğunuza vereceğim tam bir cevap kitabımın bütün alanını kapsıyor. Ancak çok basit bir özetle söyleyecek olursak, Batı düşüncesinin beslendiği iki kaynak vardır, bunlar: Antik Yunan ve eski İsrail’de ortaya çıkan kültürel geleneklerdir. Bunlar da yine eski Mezopotamya ve Mısır uygarlıklarının şekillendirdiği daha uzak bir tarihsel geçmişten doğmuştur diyebiliriz. Batı’nın eski Yunan kaynakları, kozmosu yöneten ve bilgiyi mümkün kılan, aşkın bir ilahi akıl imgesi üzerine modellenen özerk insan zekâsı algısının oluşmasına yardımcı olurken, eski Musevi kaynaklar, dünyayı yaratan ve tarih boyunca eylemde bulunan, aşkın bir ahlaki irade olarak ilahi olanın imgesi üzerine modellenen özerk ahlaki bir irade algısı oluşturmaya yardımcı oldu.

Helenistik dönemin ve Roma İmparatorluğu’nun sonraki dönemlerinde, Orta Çağ Avrupa medeniyetini şekillendirmeye devam edecek olan Greko-Romen geleneği ile Yahudi-Hristiyan geleneği arasında karmaşık bir etkileşim, gerilim ve sentez gerçekleşti. Bu noktada Batı kültürünün geleceğini mümkün kılmada çok mühim bir rol, yüzyıllar boyunca Klasik Yunan mirasını taşıyan ve bir yandan kültürlerarası çeviriyi beslerken diğer yandan matematiksel ve bilimsel bilgiyi ilerleterek tek tanrılı din ve rasyonel felsefeyi bir araya getirme gibi birkaç önemli yol ile bu mirası geliştiren İslam ve Bizans düşünürleri ve gelenekleri tarafından oynandı.

Orta Çağ Avrupası ve yeni üniversiteler tarafından taşınan güçlü Skolastik eğitim geleneği, Rönesans, Reform ve Bilimsel Devrim olarak adlandırılan muazzam kültürel sarsıntılarda nihayet on beşinci ve on altıncı yüzyıllarda ortaya çıkan gelişmeleri besledi. Bu karmaşık dönüşüm dizisinden modern çağ ortaya çıktı. Modernizenin kendisi, Aydınlanma ve Romantizm arasındaki dinamik bir gerilim aracılığıyla kendini ifade eden ilginç bir kutuplulukla karakterize edildi. Aydınlanma rasyonel özerkliğe, bilime ve sekülerizme daha fazla odaklanırken; on sekizinci yüzyılın sonlarında ortaya çıkan Romantizm, şiirsel hayal gücüne daha fazla değer vererek doğal dünya ve insan deneyiminin derinlikleriyle daha ruhani bir bilgiyle ilişki kurdu. Modern zihin özellikle Aydınlanma’ya sadık olarak görülebilirken, modern ruhun Romantizm’e sadık olduğu söylenebilir. Tüm modernler bir dereceye kadar bu bölünmeyi kendi içlerinde taşırlar.

Kısa bir röportaj için sahip olduğumuz zaman ve mekân sınırlamaları göz önüne alındığında, burada yeniden oldukça basitçe açıklıyorum. Ancak Aydınlanma ve Romantizm arasındaki dinamik gerilimin (ve arkasında beliren bilim ile din arasındaki gerilim) postmodernizmin ortaya çıkmasına yardımcı olduğunu söyleyebilirim. Modern endüstriyel uygarlığın doğal dünya ve insan ruhu üzerindeki etkisinin yıkıcı sonuçlarının tanınması, Avrupa sömürgeciliğine karşı küresel isyanlar, ataerkil sosyal yapılara ve düşünsel varsayımlara karşı feminist uyanış, insan davranışını ve bilincini şekillendiren derin bilinç dışı faktörler ile derin psikolojik açığa çıkış-tüm bunlar ve diğer birçok faktör, insan evriminin öncüsü olarak hizmet eden Avrupa-Kuzey Amerika medeniyeti ile önceki iyimser modern insanlık anlayışının kaçınılmaz rasyonel ilerleyişinin hegemonyasını derinlemesine sorguladı. Bizimki, kültürel dünya görüşleri arasında birçok temelin sorgulandığı bir geçiş dönemidir. Bu, derin bir belirsizlik atmosferi yaratsa da aynı zamanda yeni olasılıklar da yaratır. Son olarak şunu da eklemeliyim ki, aslında burada yaptığım -yani böylesine son derece karmaşık bir tarihi tanımlamak- neredeyse saçma denebilecek bir şekilde süreci bir yönüyle basitleştirmektir.

İlahi olandan dünyevi olana, mitik olandan kavramsal olana, şiirden düz yazıya doğru şeklinde tanımladığınız bu sürecin geleceği hakkında ne düşünüyorsunuz?

Benim düşünceme göre, Batı düşünce tarihinde güçlü ve daha büyük bir farklılaşma ve ardından sentez süreci işliyor, onu harekete geçiriyor ve onu bin yıl boyunca ince biçimlerde şekillendiriyor. Yunan felsefesinin ortaya çıkışı, Karl Jaspers’in Eksen Çağı dediği şeyin bir parçasıydı, MÖ 5. ve 6. yüzyıllarda birkaç büyük medeniyette (dünya çapında insan bilincini derinden etkilemeye devam eden; Çin, Hindistan, İran, Yunanistan, İsrail) meydana gelen büyük felsefi ve dinî dönüşümler dalgasıydı. Batı bağlamında, Platonizm özellikle etkiliydi. Platon, Pisagor gibi öncüllerine dayanarak, evrensellerin daha yüksek, daha manevi bir alanı ile daha düşük, daha az gerçek bir maddi ayrıntılar alanı arasında ayrım yaptı.

Platonik vizyonda, tüm ayrıntılar kendi biçimlerini ve gerçekliklerini kazandılar çünkü evrensellerin yüksek gerçekliğine, aşkın fikirlere, arketipsel formlara katıldılar. Bu nedenle, bu dünyadaki tüm güzel şeyler, yalnızca aşkın güzel fikrine katıldıkları için güzeldir. Aynı şekilde iyilik veya adalet veya geometrik formlar ve benzerleri gibi.

Bu görüş, içkin olana karşın aşkın olana, maddi olana karşın manevi olana, geçici olana karşın evrensel olana değer veriyordu. Ancak gerçekte, geçen yirmi beş yüz yıl boyunca, maddi ve geçici dünyanın önemini yükseltme ve tikel olanı evrenselden, somut gerçekleri ahlaki-manevi değerlerden daha gerçek olarak görme eğilimi devam etti. İnanıyorum ki bu evrim, insan bilincini geçici yaşamımızın, bireyselliğin ve tikelliğin derin bir takdirine doğru hareket ettiren önemli bir adımdır. Bu eğilim, aşkın evrenseller tarafından önceden belirlenmiş olarak görülmeyen bir dünyada insan failliği duygusunu büyütmede de rol oynadı. Ancak, şimdi en iyi ihtimalle ‘öznel bir rahatlık’, en kötü ihtimalle ‘baskıcı bir yanılsama’ olarak görülen, daha yüksek bir manevi boyuttan yabancılaşmanın bedeli büyük bir şekilde ödendi. Modern medeniyet, yalnızca öznel çıkarlara indirgenmiş metafizik tahayyülün ve şiirsel duyarlılığın belirgin olarak yoksullaşmasından muzdariptir. Benim fikrim, geleceğin, tikel olanı evrensele, kavramsal olanı mitik olana, zamanı sonsuzluğa yeniden bağlamaya yönelik artan bir dürtü ile şekillenecek olmasıdır. Ancak bu, yalnızca karşıtların gerilimini tutarak olabilir -tek taraflı bir şekilde bir kutba yönelerek değil-. Böylece bu gerilimden yeni ve daha derin veya daha yüksek bir sentez ortaya çıkabilir. Bunun birçok cephede, kısmen farklı kültürel bakış açıları arasındaki etkileşim yoluyla gerçekleştiğini düşünüyorum; Doğu ile Batı, Kuzey ile Güney, eski ile modern, din ile bilimsel, ezoterik ile ekzoterik arasındaki etkileşimler gibi. Ama kolay elde edilen bir bütünlük olmayacak. Büyük bir doğum emeği gereklidir ve şimdiden gerçekleşmektedir. Ve her doğum, eski bir kimliğin ölümünü, büyümüş bir yapının sona ermesini gerektirir.

RİCHARD TARNAS KİMDİR?

21 Şubat 1950 İsviçre Cenevre doğumlu tarihçi. Tam adı Richard Theodore Tarnas’tır.

Batı Aklın Tutkusu: Dünya Görüşümüzü ve Kozmos ve Ruhumuzu Şekillendiren Fikirleri Anlamak: Yeni Bir Dünya Görüşünün İtirafları adlı kitaplarıyla tanınan bir kültür tarihçisi ve aynı zamanda astrologdur.

Eğitim Geçmişi
Harvard Üniversitesi

Saybrook University

U of D Jesuit High School and Academy

California Bütünsel Çalışmalar Enstitüsü’nde felsefe ve psikoloji profesörüdür.

Felsefe, Kozmoloji ve Bilinç alanındaki lisansüstü programının kurucu direktörüdür.

Külliyat Yayınları’ndan Türkçe’ye çevrilmiş Batı Düşüncesi Tarihi ve Batı Düşüncesi Tarihi-2 (Modernite’den Günümüze Kadar Tarnas) adlı eserleri vardır.

RÖPORTAJIN DEVAMINI OKUMAK İÇİN TIKLAYINIZ