Menü Kapat

Pencere

Gülveren GÜNDOĞLU

Pencere deyince aklımıza, evimizi aydınlatan ve açıldığı  zaman temiz havanın içeri dolmasını sağlayan, saydam olduğu için de tercih sebebi olan cam duvarlar gelir. Hele de evin güney ve doğu cephesinde olan pencereler, ev ahalisine hayat verir. Güneş girmeyen eve doktor girer.” atasözü güneş alan evlerin önemini vurgular. Binaların kuzey cephesinde olan evler de güneşin etkilerinden uzak olduğu için bir türlü ısınmak bilmez.

Kasvetli ve loş bir eve girdiğimizde pencerenin değerini çok iyi anlarız. Pencereler sayesinde sahip olduğumuz ferahlığın, aydınlığın ne derece önemli olduğunu görürüz. Çünkü insan, hayatında sahip olduğu pozitif değerlerin kıymetini, ondan mahrum kaldığı zaman daha iyi anlar.

Anadolu’da eskiden, toprak damlı ve birbirine bitişik olan evlerde pencereler tavandaydı. Özellikle Avrupa’da yaygın olarak kullanılan tavan arası yaşam alanlarının pencereleri gibi eğimli değil, yere paralel olarak inşa edilirdi.

Eskiden geleneksel Türk evlerinde, evlerin daha aydınlık ve sokağa yakın olması için çıkıntılı bir alan ekleniyordu. Bu alanın üç tarafını da pencere olarak değerlendirip, evi daha aydınlık hale getiriyorlardı. Bu çıkıntı kısmına da cumba deniyordu. Cumbalı evler mimarî açıdan daha estetik bir görünüme sahip ve içinde yaşayanların ferah bir ortamda bulunmalarını sağlamıştı. Özellikle, evden dışarı çıkamayan Anadolu kadınının daha ferah bir ortamda bulunmasını sağlamak için yapılıyordu.

Pencere, yazarları ve şairleri çok etkilemiş, dillerinden damla damla şiirler, nağmeler dökülmüştür. Örneğin Yunus Emre, Mevlana  ve Cemal Süreya gibi.

Sular hep aktı geçti, 

Kurudu vakti geçti.

Nice han, nice sultan, 

Tahtı bıraktı geçti.

Dünya bir penceredir, 

Her gelen baktı geçti.

Yunus Emre

 

Nasıl bir his biliyor musun?

Oda çok geniş ama sığamıyorsun,

Bak kapı orda ama çıkamıyorsun,

Pencere açık ama nefes alamıyorsun.

Cemal Süreya

 

Dertli insan, 

İçi duman dolu bir odaya benzer.

Onu dinlemek,

O odaya bir pencere açmak gibidir. 

Mevlana

Pencere, mecaz olarak da çok kullanılan bir kelimedir. Âşık Veysel hayata hep gönül penceresinden bakmıştır, gördüklerinden bize anlattıkları da ders niteliğindedir.

Hayattan beklentilerimiz de, hayata hangi pencereden baktığımızla ilgilidir. Karamsar insanlar hayatın hep olumsuz tarafını görürken, pozitif insanlar daha çok  eğlenceli, mutlu, komik, esprili ve neşeli taraflarını görürler.

Ruhumuzun karanlığından aydınlığa çıkabilmesi için fizikî bir pencere yeterli olmaz. Ruhumuzun aydınlanması için başka güneşlerin doğmasına ihtiyaç vardır. Bedenimizi güneş, beynimizi de kitaplar aydınlatır. Kitaplar beynimizin can damarlarıdır, nefes almasını sağlar. Yani kitaplar da beynimizin pencereleridir. Ruhumuzu doyuran, besleyip büyüten kitaplardır. Ancak okuyarak karanlıklardan aydınlığa çakabiliriz. Hurafelerden, boş inanışlardan, dar kalıplardan kurtaracak tek eylem okumaktır. Âşık Veysel’in gönül gözüyle görmesi gibi, ruh penceremizin açık olması için bol bol kitap okumamız gerekir. Düşünen, sorup sorgulayan beyinleri istemeyen yöneticiler, insanların okumasını istemezler. Toplumun okumaması için uydurulmuş yalanlardan biri de çok kitap okuyan insanın gözlerinin bozulmasıdır. Filmlerde bile okuyan kişiler hep gözlüklü gösterilmiştir. Okumayanlar sanki daha sağlıklı kişilerdir.

Teknolojinin gelişmesiyle hayatımıza ikinci bir pencere daha açıldı. Televizyon en yaygın pencere olarak hayatımızda geniş bir yer tutmaktadır. Onun yavrusu olan internet ise, “Boynuz kulağı geçer“ hesabı daha yaman ve sonsuzluğa açılan bir pencere olarak, hayatımızın başköşesine kurulmuş, çoğumuzu parmağında oynatıyor. O kadar hayatımızı teslim almış durumdaki, ekmek gibi, su gibi artık internet olmadan yaşanamıyor.

Kitap okumak yerine, televizyonda “Gündüz  Kuşağı” programlarında, yıllar önce yine televizyonda izlediğimiz “Dallas” filmini aratmayacak” gerçek hayatları izleyerek, harcanan ömürler daha da karanlıklara batarlar.

Zaten okumayı sevmeyen, okumayı sevmediği gibi, hem de başkalarının özel ve mahrem yaşantılarını öğrenmeye can atan bir milletiz. Bir de önümüze böyle, insanların en özel hayatlarını, gayri meşru yaşamlarını sere serpe  ortaya döken programlar olunca, hipnotize olmuş gibi, gözümüzü ekrandan ayıramıyoruz.

Cahillik en büyük karanlıkta kalmaktır. Böyle programları izleyerek zifiri karanlığımızı daha da katmerli hale getiririz. Maç izler gibi kavga izlemek, bizi hem şiddete teşvik eder, hem de okuyarak değerlendireceğimiz zamanımızın heba olmasına sebebiyet verir.