NEDAMET
Güneş âdeta gülümseyerek ışıklarını saçıyordu. Hafif, tatlı bir esintiyle ağaçların yaprakları sallanıyor, karahindiba tohumları köyün her tarafına savruluyordu. Cıvıl cıvıl kuşlar neşe içerisinde kanatlanıyordu mavi gökyüzünde. Çocukların oyun oynarken ki sevinç nidaları ilişti kulağıma. Pencerem, fırça darbelerinin huzurla resmedilmiş yaz mevsimi tablosuydu.
Yarım saattir izlediğim manzarayı bölen annemin sesi oldu. “Ben çıkıyorum, dediklerimi unutmayın!” Yine gidiyordu annem, bizim gibileri toplayarak çalıştırdıkları yere. Kimileri taş ocaklarında, kimileri demir yollarda, kimileriyse tarlalarda…
Hep böyle olurdu;. Ansızın haber gelir, biricik annemi alır götürürlerdi. Gelmesi saatler, bazen günler belki de haftalar sürerdi. Bugün de annemsiz güne, onun gül yüzünü kısa zamanda olsa görebilmek için dua ederek başladım.
İç ısıtan bu parlak günde yüzmek ne de güzel olurdu, eğer bakmam gereken bir kardeşim olmasaydı.
Beni düşüncelerden ayıran şey bahçedeki arkadaşımın dik-katimi çekmek için ellerini sallayaraktan ismimi seslenmesi oldu. İlgimi ona yönlendirdiğimi fark ettiğinde sesini duyurmak için “İsmail, hepimiz toplandık dereye gideceğiz. Haydi, sen de bizimle gel.” diyerek bağırdı.
Güneş ışıkları rahatsız ediyordu. Gözlerimi kıstım, başımı sağa ve sola salladım. Sesimin ulaşabileceği bir tonla gelemeyeceğimi izah ettim. Moral bozukluğum sesime yansımıştı. İç sesim gibi arkadaşım da gelmem konusunda hiç olmadığı kadar ısrarcıydı.
Beşikteki kardeşimi bırakıp nereye giderdim? Daha susadığında su bile isteyemezdi o. Gözlerim arkadaşımla kardeşim arasında gidip geliyordu. Tabii ya! Nasıl düşünememiştim? Kardeşim uyurken gidip gelebilirdim. Hem o yattı mı ikindiye kadar uyurdu.
Sevinçle pencereden “Geliyorum!” diye bağırdım. Kardeşimin yanına gittim, kulağına eğilip fısıldadım. Korku ve heyecanla hareketsizce bekledim. Uykusunun derin olduğuna emin olduktan sonra ayakkabılarımı giyip koşarak dışarı çıktım. Arkadaşlarımla birlikte yola koyulduk.
Suyun huzur verici sesi dereye yaklaştığımızın habercisiydi. Tepeyi aştığımızda şırıl şırıl akan huzur tam karşımızda duruyordu. Dört arkadaş birbirimize baktık ve aynı anda dereye doğru giden adımlarımızı hızlandırdık. Buraya en son elimde kocaman iki kovayla hayvanlarımıza su almak için gelmiştim.
Yüzmeyeli çok olmuştu. Kendimizi suyun kollarına bırak-tık. Delirmişcesine gülüyor, birbirimize su sıçratıyorduk.
Evdeki kardeşim aklımın ucundan geçmiyordu. Zihnimi düşünceler silsilesine kapatmıştım ve sadece o anki eğlen-ceme bakıyordum. Zaman, derenin akışı gibi geçiyordu. Saatler birbirini kovalamış, güneş gökyüzünden bizlere veda etmeye başlamıştı.
Tepenin ilerisinden koşarak biri geliyordu. Yanımıza gelen; saçları terden alnına yapışmış, nefes nefese derdini anlat-maya çalışan bir arkadaşımızdı.
“Sakin ol biraz, ne dediğini anlayamıyoruz arkadaşım.” dedim. Biraz durdu, düzenli nefes alıp vermeye çalıştı, ardından sakince “İsmail, annen her yerde seni arıyor.” dedi.
İçinde bulunduğum derenin akıntısı hızlanmıştı sanki. Bacaklarım titriyordu, ayakta duracak takatim kalmamıştı. Buna rağmen sudan çıkıp var gücümle eve doğru koşmaya başladım. Orada olmama yaklaşık on dakika kalmıştı ki yolda annemi gördüm. Elinde ağaç dalından bir sopayla ismimi seslenerek beni arıyordu. Korku bütün vücudumu sarmıştı. Beni fark etmesi çok da uzun sürmedi.
“Neredesin sen!” diye bağırmasıyla yanıma gelip sopayı bana doğru savurması bir oldu. Islak bacaklarıma değen sopa, ateş dokunmuş gibi yakmıştı tenimi.
“Kardeşine dikkat et dememiş miydim? Evde tek başına nasıl bıraktın onu İsmail!” Sol gözümden bir damla süzüldü usulca. “Sen orada eğlenirken kardeşin baygınlık geçir-di. Ağlamaktan suratı morarmış, nefessiz kalmış. Biraz daha geç kalsaydım…” sözleri bıçak gibi kesildi.
Bir anlık oyun isteğimle can parçamı yalnız bırakarak çok büyük bir hata yapmıştım. Pişmanlık içerisinde özür dilerken hüngür hüngür ağlıyordum. Hıçkırıklarımın ardı arkası kesilmiyordu.
Hâlime dayanamamış olacak ki annem “Ah, minik yavrum!” diyerek kollarıyla sarmaladı beni. Omzuma yasladığı yüzü kurumaya başlayan kıyafetimi tekrardan ıslatıyordu. Yüzümü ellerinin arasına aldı, kendine doğru çevirdi. Gözlerine bakamayacak kadar utanç duyuyordum. Narin elleriyle gözyaşlarımı sildi usulca sonra yanaklarıma şefkatiyle buseler kondurdu.
Annem her daim bizi düşünürdü. Elbet o da isterdi gidip eğlenmemizi ama bazen bulunduğumuz şartlar izin vermezdi. Bunu geç de olsa yaptığım hatayla anladım.
Aytulan Çolpan EMİN