KÖY DOLMUŞU
Tanyeri henüz ağarmamış; uykunun en derin ve tatlı halleri…
Pencerede; günışığının habercisi kuşların, huzur veren cıvıltıları ile birlikte, evimizin içinden de sesler gelmekte…
Belki de Küçükcamili’de; şu an ayakta olan, sadece kuşlar ve bizim aile.
Tam o esnada; kulağımda, babamın şefkat dolu sesi…
– Bayram, kalk haydi, dolmuşu kaçıracağız!
Biraz doğrulup, mahmur gözlerimi ovalayıp, kendime gelmeye çalıştığımda; bugünün aslında ne kadar mühim olduğunu ve günler öncesinden hazırlık yaptığımızı hatırladım.
1980’lerin ortaları olmalı ve daha on bir-on iki yaşlarındayım. Köyümüzün dışına ilk çıkış denemelerim ve benim için ne kadar anlam yüklü olduğunu ifade edemem… Günlerden Çarşamba ve mütemadiyen her hafta; köyümüze otuz beş kilometre uzaklıktaki Kırşehir iline bağlı Kaman ilçesine gidilir, kendi üretimimiz olan peynirler satılır ve karşılığında evin ihtiyaçları tedarik edilirdi. Köyümüz, esasında Ankara – Bala ilçesine bağlıydı. Ancak orada süt ürünleri ile ilgili bir alışveriş imkanı olmadığından, genellikle Kaman ilçesine gidilirdi. ‘‘Küçük Peynirci’’ olarak iştirak ettiğim bu yolculuğun ve yol hikayesinin benim için ne denli bir deneyim olduğunu yıllar sonra anlayabilecektim!
Hızlıca ve heyecanla üstümü giyindim. Elimi, yüzümü yıkayıp, biraz da saçımı başımı düzelttim. Nede olsa ilk kez böyle bir yolculuğa çıkacaktım… Annemlerin özenle hazırladığı peynir bidonlarını, babamla beraber, evimizin biraz yukarısında olan anayola doğru taşıdık ve beklemeye başladık. Her taraf karanlık ve sıcak bir yaz ayı olmasına rağmen hava da biraz soğuk sayılırdı. Sabaha doğru, fecir vaktinde havanın bir anda soğuduğunu daha sonraları öğrendim. Ortalık çok sessizdi. Sanırım birazdan, bütün köylerde sabah ezanları okunacak ve bu sessizlik ayrı bir manaya dönüşecekti. Koyunların dağdan gelip tekrar sağılmasına, yaramaz ve bir o kadar da şirin oğlakların mazlum kuzularla didişip, ortalığı karıştırmasına beş altı saat vardı.
Dolmuşun gelmesini beklerken; bazı komşularımızın sesleri gelmeye başladı ve bulunduğumuz noktaya doğru gelmeye çalıştıklarını gördüm. Onlar da bizim gibi peynirlerini taşıyordu. ‘’Hamit Amca, dolmuş daha gelmedi mi?’’ diye seslenmeye başladılar.
Hava biraz ağarmaya başlayınca; komşu köyümüz olan Büyükcamili tarafından araç sesini duymaya başladık. Ses, zaman geçtikçe daha da yükseliyor ve bize doğru yaklaşıyordu. Bu arada heyecanım artıyor ve yerimde duramıyordum. Köyümüzün, yöremizin civarındaki yerleşim yerlerini sadece kulaktan dolma biliyordum ve en ufak bir fikir sahibi değildim. Derken dolmuş göründü ve bulunduğumuz noktaya doğru geldi, yanaştı. Gelen dolmuş; bazen komşu köyümüzden, bazen de kendi köyümüzden Hasan amcamlara ait Ford marka, mavi renkli dolmuş olurdu. Bu dolmuşu o zamanlar nazar boncuğuna benzetirdim. Kapıyı açtık, peynir bidonlarını yerleştirdik, yolcularla selamlaştık ve bir oturma yeri bulmaya çalıştık. Zira çoğu zaman dolmuş dolu olur ve yer bulmak da hayli zordu.
Dolmuş hareket etti. Yol boyunca komşu köylerden de binen yolcular oldu. Onlar da tıpkı bizim gibi uzun zamandır bekliyorlarmış. Artık durmaksızın Kaman ilçesine doğru yola koyulduk. Yolda koyu sohbetler başladı. Kimisi hal hatır soruyor, kimisi hayat gailesinden dem vuruyor, kimisi de peynirlerini hangi fiyattan satacağından bahsediyordu. En küçük yolcu olarak sanırım sadece ben vardım… Araçtaki amcalar-teyzeler; bana üst üste sorular soruyor, kaç kilo peynir satacağımdan bahsedip, latifeler ediyordu. Daha önce görmediğim ama isimlerini duyduğum köylerin içinden geçiyor, yeni yeni yerler görüyordum. Güneş de yavaş yavaş yüzünü göstermeye başlamıştı artık. Dolmuşun camına yüzümü dayayıp etrafı izliyordum. Yol boyu; çeşmeler, ağaçlar, koyun sürüleri, dolmuş ile yarış eden kocaman çoban köpekleri, çobanların köz ateşte pişen çayları ve göz alabildiğine bozkır…
Biraz sonra inanılmaz bir şaşkınlıkla gördüğüm manzaraya kilitlendim! Karşımda adeta bir deniz duruyordu. Bozkırın ortasında serap görüyordum sanki. Denizin ne kadar büyük olduğunu bilmiyordum, sadece televizyondan gördüğüm kadar fikir yürütüyordum. Aslında burası Kızılırmak Baraj gölünden başka bir yer değildi. Ancak benim gözümde adeta bir denizdi. Şaşkınlığımı gören babam, hemen detaylıca bana bilgi verip, buranın elektrik enerjisi üreten Hirfanlı Barajı olduğunu söyledi.
Yaklaşık on beş, yirmi dakika sonra, babam Kaman ilçesine yaklaştığımızı söyledi. Biraz heyecanlı biraz da ürkek bir şekilde doğrulup dolmuştan inmek için hazırlandım. Dolmuş, durağa kadar geldi yanaştı ve herkes inmeye başladı. Biz de inip direkt olarak pazara gittik. Pazar yeri, inanılmaz şekilde kalabalıktı ve hemen herkes kendi mahsullerinden ürünler getirmişti. Adeta bir renk cümbüşü vardı… Pazara geleli daha yarım saat bile olmadan; peynirlere alıcı çıktı ve istediğimiz fiyattan anında satıldı. Alıcıların çoğu zaten babamı tanıyordu ve ilçedeki ahbaplarıydı. Peynirler satılınca, hemen liste halindeki ihtiyaçlarımızı almaya başladık. Bu listede çok önemli bir şey vardı; bana verilen pantolon ve gömlek sözü… Babamla beraber hemen orada kurulan sergilerden birinden pantolon ve gömleğimi beğendim ve alışverişimiz bitmişti. Bir şeyler yedikten sonra yavaş yavaş durağa doğru yürümeye başladık. Poşetlerimizi dolmuşa yerleştirdikten sonra biraz beklemeye başladık. Yolcuların bir kısmı hala gelmemişti ve işlerini bitirememişti. Babam, fırsatı değerlendirelim dedi ve bana etrafı gezdirmeye, tanıtmaya başladı. Kaman ilçesi, köyümüzden çokca büyük, gelişmiş ve yemyeşil bir yerdi. Zaman biraz ilerleyince tekrar durağa geldik ve herkes işini bitirmiş, orada bekliyordu. Dolmuşta herkes yerini aldı ve köye doğru yola çıkmaya başladık.
Yol boyu herkes yaptığı alışverişi, ne kadar ürün sattığını anlatıyor, pazarın bereketinden bahsediyordu. Ben ise zafer kazanmış bir komutan gibiydim adeta. Benim için çok mühim, çok zorlu bir görevi başarıyla yerine getirmiştim sanki. Ufkum açılmış, biraz özgüvenim gelmiş ve Dünya’yı farklı bir gözle görüyordum artık.
İlk köy dışına çıkışımın Kaman ilçesine olması ve yıllar önce doğumumun da orada olmasından olsa gerek; benim için yeri hep müstesna olmuştur. Zaten uzak da değildi ki hep aynı yurdun, yörenin, bozkırın; kaderleri, kederleri, sevinçleri, neşeleri bir çocuklarıydık…
Yolcuları bir bir köylerine bıraktık ve en son bizim köye doğru yola çıktık. Köye varınca; elbiselerimin olduğu çantayı aldım ve eve doğru koşmaya başladım! Tarifi mümkün değildi sevincimin. Sanki bütün Anadolu’yu dolaşmışım edasıyla anlatmaya başladım bütün gördüklerimi ve yaşadıklarımı. Annem, ablam ve abimler tebessümle beni dinliyorlardı…
Çok sonraları anladım bu yolculuğun kıymetini. Benim için sadece heyecan ve macera idi belki ama ailem için alın teri, emek ve geçim mücadelesine katkıydı. Kendi emeğimizdi her şey; ağabeylerim, ablam, yengem, babam ve ömrü hastalıkla geçen anneciğimin emekleriydi…
Çocukluk hatıralarımın; acısıyla, tatlısıyla tüm yaşanmışlıkların hayatımın şekillenmesinde epeyce bir rolü var. Hani derler ya ‘’hayatınız ve geleceğiniz çocukken şekillenir’’ diye. Daha sonra da birçok defa babama ‘’Küçük Peynirci’’ olarak eşlik ettim. Bazen düşünüyorum; babama eşlik etmeseydim ve bu masalın içinde yer almasaydım ne olurdu diye. Herhalde hayatım eksik şekillenirdi. Ya da en azından bu hikayeyi yazamazdım.
O gün aslında ne mi oldu?
Uyanmak istemediğim bir rüyanın ortasında bulmuştum kendimi.
Sonra akşam oldu. Yeni hayallere, heyecanlara ve rüyalara dalmak için yatmaya hazırlandım. Aldığımız yeni elbiselerimi başucuma koyup; bayram sabahı giymek üzere uykuya daldım…
Sizi bilmem lakin,
Biten her yaş hazan, her yaş hüzün…
Geri gelse en sevdiğim çocukluğum.
Neyse ki hayallerimiz var, umutlarımız,
Göz aydınlığı ailemiz, sevdiklerimiz…
‘’Yaşlanmak’’ isimli şiirimden…
Bayram POLAT