Gülveren GÜNDOĞLU
Toplumun temeli olan aile birliğinin kurulması için ilk adım “Kız İsteme”dir. Kız isteme iki ailenin ortak kararıyla belirlenmiş bir günde yapılır. Onun da kendine özgü ritüelleri vardır tabi. Kararlaştırılan gün, iki ailede de tatlı bir telaş yaşanır. Kız evinde ikramlıklar erkek evinde ise çiçek ve çikolata özenle sunum zamanını bekler. İki aile de şıkıdın şıkıdım giyinip süslenir. Nihayet hazırlıklar tamamlanır.
Erkek ailesi, kız ailesinin evine giderek kızını ister. Onlar da verir, veya vermez. Eğer verirlerse bundan sonra yapılması gerekenler bellidir. Hepsi sırayla yerine getirilir.
Sonunda bir aile kurulur. Erkek ailesi isteyip aldığı kızı kendi malı gibi görür artık. Çünkü, istediler, eskiden “Başlık Parası” denilen, şimdilerde biraz daha yumuşatılarak, “Süt Hakkı” diye adlandırılan bir parayı da verdiler. Nasıl evimize bir eşya alırız, parasını veririz de, tepe tepe kullanma hakkımız olduğuna inanıyorsak, aynı şekilde parasını verip aldıkları kızı da tepe tepe kullanma hakkı olduğuna inanırlar. İşte bu nedenle “Kız İsteme” kadına şiddetin ilk adımıdır. Kız istemekle ilgili bir de atasözü vardır ki, kadınları çok hor gören, onur kırıcı bir sözdür. “Bir kızı on kişi ister, bir kişi alır.” Kız bir mal gibi kendi iradesi dışında, kiminle evleneceği konusunda hiç söz hakkı olmadığını belirtir
Adı bile, kadını aşağılayan, hor gören, bir insan değil de bir eşya gibi görünmesine sebep olan bir isimdir. Evlenmek için bir kızı ailesinden isteyip, bedelini de ödeyip alan bir erkek, o kadın ile ilgili her türlü tasarrufa sahiptir artık. İsterse ailesine hiç göndermez. İsterse bir işte çalışmasına müsaade etmez. Kimseye de hesap vermez. Çünkü istemiş, bedelini ödemiş ve almıştır. Bu bakış açısıyla yaşayan insanlar, kadına şiddeti bir hak olarak görüyorlar. Bu şiddet de sadece fiziksel şiddet değil tabii. Psikolojik şiddet, daha yaygın olan fakat adı bile konulmayan kadınların da kabullendiği bir durum olduğu için, farkına bile varılmayan bir şiddettir. Kadının kendisi ile ilgili kararları kocasının alması bir şiddettir. Ama bu normal bir durum gibi kabul ettirildiği için, şiddet olduğunu fark bile etmez kadınlar.
“İster sever, ister döver.” Bu atasözü de kadınlara şiddeti haklı gösteren, hatta şiddete teşvik edici bir sözdür. Sözlüklerden çıkarılması gerekir. Bunun gibi; Kadının saçı uzun aklı kısa”, “Kızı kendi haline bırakırsan ya davulcuya gider ya zurnacıya.”, “ On beşinde kız, ya erde gerek ya yerde.” sözleri de kadına şiddeti körükleyen sözlerdir.
Cinsel ayrımcılık da bir şiddettir aslında. Çok yaygın olan ama şiddet gibi görülmeyen acı bir durumdur. Örneğin, hem kızı hem oğlu olan bir ailede, kız çocuk okuldan gelince yemeğini kendisi hazırlar. Erkek eve gelince ona yemeğini ya annesi ya ablası hazırlar. Bu da bir şiddettir aslında. Kadınları, erkeklere hizmet etmeye mahkum gösteren bir şiddet. Bu şekilde yetişen kız çocuklar, erkeklere hizmet etmeyi kayıtsız şartsız bir görev olarak kabullenirler. Büyüdükten sonra, kendi kurdukları ailede de aynı şekilde kızlarını erkeklere hizmet etmekle yükümlü olarak yetiştirirler. Bu böyle sürüp gider.
Ev işlerinde, sadece kızların anneye yardım etmesi beklenir. Ev işleri de nedense annenin tapulu malı gibidir. Anneden başaka kimse üstüne almaz. Bu işler babayı hiç ilgilendirmez. Halbuki beraber yaşadıkları evin işleri eşlerin eşit sorumluluğunda olması gerekir.
Ev işlerine yardım erkek çocuktan da beklenmelidir. Erkek çocuğa yapılan maddi yardımların aynısı kıza da yapılmalıdır. Kendi evinde eşit muamele gören bir çocuk, büyüdüğü zaman yeni kurduğu ailesinde de aynı eşitliği sağlayacaktır.
Evlilik gibi, kutsal bir kurumun bu şiddete vesile olması yine kadınlar tarafından düzeltilmesi gereken bir durumdur. Çünkü bundan muzdarip olanlar kadınlardır. Evde kızlarla erkekler eşit yetiştirilmelidir. Eşit hak ve sorumluluklar verilmelidir. Aile, toplumu meydana getiren en küçük birimidir. Yani aile toplumun çekirdeğidir. Değişim bu çekirdekte başlamalıdır. Daha sonra toplumun her kademesine yayılacaktır. Bunu gerçekleştirecek olan da kadınların kendileridir.