Gülveren GÜNDOĞDU
“Bütün dünya üzerinde bir tek güzel çocuk vardır, bütün anneler de ona sahiptir.”
– Çin Atasözü
Bu Çin atasözünün de vurguladığı gibi, her anne-babaya göre en güzel çocuk kendi çocuğudur.
Bizim çocukluğumuzda her ailenin beşer altışar çocuğu vardı. O kadar çocuğu bakıp büyütmek kolay değildi. Aileler, çocuklarını evlerinin önündeki toprak bahçeye bırakır, çocuklar orada oynarlardı. Büyük çocuklar küçüklere göz kulak olurlardı. Yemek saatinde eve giren çocuklar karınlarını doyurup tekrar dışarıya çakarlardı. Okuldan gelen çocuklar da akşama kadar yine bu taş-toprak oyunlarına dahil olurlardı.
Günümüzde, her ailenin bir veya iki çocuğu mevcut. Az sayıdaki çocuklarımıza çok değer veriyoruz. Bizim çocukluğumuzda olduğu gibi “Saldım çayıra mevlam kayıra.” şeklinde, çocukları başıboş bırakarak büyütmüyoruz. Dünyaya getirdiğimiz çocuklarımızı koruyup kollamak, sevgiyle ve özenle büyütmek zaten görevimiz. Fakat bu işi abartmamak gerekiyor. İbn-i Sina’nın dediği gibi, çocukta ruh ve beden eğitimi ve gelişimini beraber yürütmeliyiz. Yani çocuklar bedenen büyürken, zihinsel ve ruhsal olarak da büyümeli, becerileri de buna paralel olarak gelişmelidir.
Aman çocuğum yorulmasın diyerek çırpınmaya gerek yok. Yaşına, gücüne, becerilerine uygu işleri yapsın. Yorulsun çocuk. Yorulsun ki yorulan insanlara empati yapabilsin. Onlara saygı duysun. Emeğin değerini bilsin. Emeğin değerini herkes bilseydi, emek sömürüsünün yoğun yaşandığı bir ülke olmazdı yurdumuz. Çocuğum yorulmasın diyerek yetiştirdiğimiz evlatlarımız, yetişkin olduğu halde, hatta ebeveyn olduktan sonra bile, ergenlikten kurtulamayan, hâlâ ailesinin desteği ile ayakta durabilen, ailelerine bağımlı insanlar olmasınlar. Önceleri kendi işlerini yapsınlar. Zamanla aile içinde yapılan işlere yardımcı olsunlar. Sonraları da sorumluluk almayı öğrensinler. Çalışsınlar, yorulsunlar, üretsinler…
Aman çocuğum terlemesin diye kendimizi parçalamayalım. Terlesin çocuk. Terlesin ki bir iş yapıp terleyen insana karşı empati yapabilsin. Alın terinin en değerli şey olduğunu anlasın. “Ağaç yaşken eğilir.”atasözünü gündemimize alalım. Çocuklarınızın beceri geliştirmesine fırsat verelim. Bir iş yapıp başarının zevkine varmasını sağlayalım. Her zor durumunda imdadına yetişmeyelim. Zorluğun üstesinden gelmek için biraz çaba göstermesini bekleyelim. Çıkış yolu aramasına, farkı yolları denemesine fırsat verelim. Böylece büyümesini, olgunlaşmasını güçlenmesini sağlamış oluruz. “Aslana ensen neden kalın demişler, kendi işimi kendim görürüm demiş.” Atasözünü tekrar hatırlayalım. Bizim jenerasyon bu düstur ile büyümüştü. Bizler, çok güçlü kuvvetli bir jenerasyon olarak, şu anda yaşlanmış olan ana-babalarımıza da bakıyoruz, iş sahibi olmuş, yuva kurmuş evlatlarımıza da kol kanat geriyoruz, onlara her alanda destek olabiliyoruz. Bir Çin atasözü; “Çocuk büyütmek, ona bizsiz yaşamayı öğretmektir.” der. Biz de çocuklarımıza biz yanında olamasak da kendi ayakları üzerinde durabilmeyi öğretmeliyiz.
Aman çocuğum düşmesin diye bu kadar fazla korumaya gerek yok, düşsün çocuk. Evin içinde uçurumdan düşecek hali yok ya, düşsün! Düşmenin acısını öğrensin. Zaten küçük çocuk tek başına olmaz, yanında mutlaka bir yetişkin bulunur. Onun gözetiminde düşsün, gerektiğinde zaten yetişkin müdahale edecektir. Düşüp bir yerini yaralasın, düşerken kendini korumayı öğrensin. Tehlikelerin farkına varsın. Sürekli başkasının kontrolünde olan çocuk, otokontrol yapma becerisi kazanamaz. Her zaman bir yetişkinle beraber olmayacak hayatta. Kendini korumayı, kendi kendine karar vermeyi öğrensin. Atalarımız “Çocuk düşe kalka büyür.” diyerek, deneyimin önemini vurgulamışlardır.
Yıllar önce bir kişisel gelişim seminerine katılmıştım. Semineri veren kişi Amerika’da öğrenim görmüş. O sırada masraflarını karşılamak için çocuk bakıcılığı yapmış. Bir gün, çocuğun babası ve çocuk ile birlikte oyun oynarken, çocuk kanepeden düşecek gibi olmuş. Adam hemen çocuğu tutup düşmekten kurtarmış. Çocuğun babası bu duruma çok kızmış. “Benim çocuğumun düşme deneyimi yaşamasına engel oldun.” demiş.
Aman çocuğum üşümesin diye astronot gibi giydirmeyelim çocukları. Üşüsün çocuk biraz, bedeni soğuğu tanısın. Üşüsün ki vücut direnci artsın, hastalıklara karşı daha dayanıklı olsun. Nasıl ki çocuklarımıza aşı yaptırıyoruz, çocuğun bünyesi mikrobu tanısın ve ona göre kendini korumaya çalışsın istiyorsak, soğuğa karşı da kendini koruması için bir miktar soğuk havaya maruz bırakmalıyız. Üşüsün ki kendisi istesin giyinmeyi. Zaten şimdi çocuklar, üşüyecek kadar dışarıda kalmıyor. Evinden çıktıktan sonra on metre yürüyüp ya arabaya biniyor, ya okul servisine. Okula yürüyerek gitme özgürlüğüne sahip öğrenci yok denecek kadar az. On dakika yürüme mesafesindeki çocuklar bile servisle gidiyor okula. Halbuki on dakika açık havada yürüyüş yapmak çocuk sağlığı için çok önemli ve gereklidir. Yıllar önce bir kış mevsiminde Moskova’ya gitmiştim. Yerde bir karıştan fazla kar vardı. Akşam eksi 15 derecede nehir kenarındaki bir parkta yürüyordum. O sırada birçok genç anne, çocuklarını arabalarına yatırmış parkta gezdiriyorlardı. Hem şaşırmış hem de yanımdaki Moskova’da yaşayan arkadaşımdan, çocukların oksijen alması ve vücut direncini arttırması için bunun Moskova’da çok yaygın bir uygulama olduğunu öğrendim.
Çocuk yabancı dil öğrensin diye servet harcıyoruz, yüzmeyi öğrensin, enstrüman çalmayı bilsin diye vakitten ve nakitten neler neler veriyoruz. Halbuki, alın terinin değerini öğrenmesi bedava. Üşüyüp veya terleyip kendini hastalıklara karşı korumayı öğrenmesi bedava. Düşüp bir yerini kanatarak dikkatli davranmayı öğrenmesi bedava… Bu bilgiler kitapta yazmıyor. Bu deneyimler markette satılmıyor.
Annesiyle okula giden bir çocuk, eli kolu boş hoplaya zıplaya giderken, annesi de; çocuğun okul çantası, çocuğun beslenme çantası, çocuğun suluğu, çocuğun spor çantası, kendi çantası, bir de marketten aldığı poşetlerle yanında dilek ağacı gibi sürükleniyor. Çok küçük çocuklar hariç, okul çantasını çocuklar kendileri taşımalıdır. Kendi eşyasına sahip çıkma becerisi kazandırılmalı, kendi araç-gereçlerini gerekli yerlere götürüp getirmenin kendi sorumluluğu olduğu bilinci verilmelidir. Aman çocuk yorulmasın, aman çocuk terlemesin, aman çocuk üşümesin diye neredeyse çocuğu mobil bir kuvezin içinde taşıyacaklar.
Doğal olarak hiç yorulmayan çocuk emeğin değerini asla öğrenemiyor. Sınıfta askıdan yere düşen hırkasını eğilip almayı aklından bile geçirmiyor, üstüne basıp gidiyor. Nereye bıraktığını bilmediği araç gereçlerini aramaya gerek duymuyor, hemen yenisinin alınmasını istiyor. En pahalı telefonu basit bir oyuncak gibi oraya buraya düşürüyor. Kendisi emek harcamadığı için başkalarının emeğine zerre kadar değer vermiyor. Doğan Cüceloğlu: “Fazla samimiyet, saygıyı azaltır. Çok sevgi, nankörlük getirir. Çok iyilik, suistimal edilir…” insan ilişkilerinde çok’lar sıkıntılı… Denge esastır.” diyor. Çocuklarımıza sevgiyi, şefkati ilgiyi, koruma-kollama davranışlarını dengeli bir şekilde sunalım.
Bırakalım çocuklar, çocuk gibi yaşasınlar. Bir daha çocuk olmayacaklar. Keyfini çıkarsınlar çocukluğun. Hoplasınlar, zıplasınlar, terlesinler, yorulsunlar, denesinler, yanılsınlar, hata yapsınlar, yanlışı yapa yapa doğruyu görsünler, geçici bir süre için üşüsünler… Yeter ki ana-babalarına ya da başkalarına bağımlı olmasınlar. Bedenen, zihnen ve sosyal olarak gelişmiş bir birey olarak hayata atılsınlar.