Muhammed IŞIK / TYB Ankara Şubesi YK Üyesi
Cahit Sıtkı Tarancı’nın şiirleri, yalnızca okurun duygularına değil, zaman ve varoluş üzerine düşüncelerine de hitap eder. “Desem ki” adlı şiiri, onun lirik evreninde aşkın hayatla ve kaçınılmaz olarak ölümle kurduğu organik bağı tüm yalınlığı ve zarafetiyle gözler önüne serer. Bu şiir, Tarancı’nın yalnızca duygulara değil, bir ruh hâline seslenen şiir anlayışının eşsiz örneklerinden biridir.
Şiir, “Desem ki vakitlerden bir nisan akşamıdır” dizesiyle açılır açılmaz, bir mevsimin, bir duygunun ve bir zamanın ruhumuza dokunan, özel bir atmosferini sunar. Nisan ayı, doğanın uyanışıyla, tazelikle, umutla ilişkilendirilir. Bu dönemin atmosferi, sevgiliyle kurulan ilişkiye de hayat veren bir anlam katmanı kazandırır. Tarancı’nın şiirinde sevgili, sadece bir kişi değil, mevsimlerin içinden geçen bir ruh, doğanın yansımasıdır:
“Rüzgârların en ferahlatıcısı senden esiyor,
Sende seyrediyorum denizlerin en mavisini.”
Bu dizelerde sevgilinin varlığı, doğayı algılamanın ve anlamlandırmanın aracı hâline gelir. Şair için artık rüzgâr da, deniz de, orman da, çiçek de sevgilinin içinden geçerek var olur. Bu, modern şiirde nadir rastlanan bir aşk doğacılığıdır: Sevgili doğayı güzelleştirmez yalnızca; doğanın güzelliği onunla mümkün hâle gelir. Tarancı, bu imgeleri üst üste dizerek sevgilinin bir ‘güzellik kaynağı’ olmasının ötesinde, hayatı anlamlı kılan varlık olduğunu vurgular:
“Senden kopardım çiçeklerin en solmazını.
Toprakların en bereketlisini sende sürdüm,
Sende tattım yemişlerin cümlesini.”
Bu dizeler aynı zamanda aşkın maddi ve manevi besleyiciliğini de imler. Sevgili, yalnızca bir duygu nesnesi değil, şairin yaşamını sürdüren bir güçtür. Bu noktada şiir, metafizik bir düzlemde anlam bulmaya başlar. Tarancı’ya göre aşk, basit bir sevgi veya gönülden bağlanma hali değildir; aksine, sevgili onun için hayatın yapı taşlarından biri gibidir ve bu nedenle ona benzersiz bir saygınlık yükler:
“Desem ki sen benim için,
Hava kadar lazım,
Ekmek kadar mübarek,
Su gibi aziz bir şeysin;
Nimettensin, nimettensin!”
Bu benzetmelerin taşıdığı ağırlık önemlidir. Hava, su ve ekmek yalnızca yaşamak için gerekli değildir; aynı zamanda insanın varlıkla kurduğu ilişkiyi biçimlendirir. Sevgili de bu temel unsurlar gibi yaşamın vazgeçilmezidir artık. Özellikle “nimettensin!” ifadesinin tekrar edilmesi, aşkın bir tür ilahi lütuf olarak kavrandığını gösterir. Tarancı bu noktada aşkı sadece insanın kendi içindeki bir coşku olarak sunmaz, onu var olmanın temel bir unsuru gibi ele alır.
Şiirin ikinci bölümü ise bu hayatın özüne dair bağlantının zamanın ve ölümün etkisine karşı duruşunu anlatır. Şairin sesi artık sevecen bir hayranlıktan ziyade, geleceğe mektup bırakan bir bilgelik tonuna bürünür:
“Günlerden sonra bir gün,
Şayet sesimi fark edemezsen
Rüzgârların, nehirlerin, kuşların sesinden,
Bil ki ölmüşüm.”
Bu dizeler, ölümün aşkı bitirebileceğine dair bir korku değil, aksine onun bile bu bağlılığı sona erdiremeyeceğine dair bir inancı yansıtır. Ölüm burada bir son değil, yeni bir varlık biçimi, sevmenin başka bir düzlemde sürmesidir. Şair, bedenen yok olsa da sesinin doğada, rüzgârda, kuşta, suda yaşamaya devam edeceğini söylerken, hem romantik hem de metafizik bir alan açar. Sevgilinin bu sesi duyamaması durumunda bile ona üzülmemesi gerektiğini tembih eder:
“Fakat yine üzülme, müsterih ol;
Kabirde böceklere ezberletirim güzelliğini.”
Bu dize, Türk şiirinde aşkın sürekliliğine dair yazılmış en özgün ve çarpıcı imgelerden biridir. Böceklere güzellik ezberletmek, yalnızca sembolik bir anlatım değildir; aşkın dilinin ölüme karşı dahi nasıl dirençli olduğunu gösterir. Aşk, artık sözle değil, varlıkla; insanla değil, evrenle paylaşılan bir sır hâline gelir. Ve şiirin finalinde, Tarancı bu sonsuz bağlılığı, kıyamet gününe taşıyan güçlü bir finalle taçlandırır:
“Ve neden sonra
Tekrar duyduğun gün sesimi gök kubbede,
Hatırla ki mahşer günüdür,
Ortalığa düşmüşüm seni arıyorum.”
Bu dramatik ve dokunaklı final, şiirin derin hislerini zirveye ulaştırır. Tarancı için aşk yalnızca bir ömürlük değil, ömürden taşan, kıyamete dek süren bir arayıştır. Mahşerde dahi sevgilisini arayan bu ses, aşkın ölümsüzlüğünü ve şiirin insan ruhuna işleyen gücünü simgeler.
Desem ki”, sadece bir kişinin sevdasını dile getirmez; aşkın üstün anlamını, doğanın büyüleyici atmosferini ve ölümün herkes için geçerli oluşunu aşan bir hayat şiiridir. Cahit Sıtkı Tarancı’nın bu eseri, Türk edebiyatında lirik duyarlılığın zirvelerinden biridir. Aşkı insanın ekmeği, havası, duası yapan bu şiir, Tarancı’nın şiir evreninin ne denli içten, ne denli derin ve ne kadar insanca olduğunu bir kez daha hatırlatır.