Menü Kapat

Kayıp Kuşak

Gülveren GÜNDOĞLU

Kuşak: Aynı yıllarda doğan, aynı yaşlarda olan, aynı çağın şartlarını yaşayan, benzer sorun ve sorumlulukları paylaşan insan topluluğuna kuşak, nesil ya da jenerasyon denir.

Günümüzde yaşayan kuşakları şöyle tarif edebiliriz:

Sessiz Kuşak: Çilelerin ve yoklukların, yoğurup, çelik gibi sağlam yaptığı Cumhuriyet çocuklarıdır. Sıksalar taşın suyunu çıkarırlardı. İmkansızları başardılar. Bu güçlü kuvvetli kuşağın son temsilcilerini de birer birer sonsuzluğa uğurluyoruz.

Bebek Patlaması kuşağı: İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra dünyaya gelen insanlar, Ana babaları gibi olmasa bile, kıt kanaat yaşayıp, başarının doruğunu gören kişiler.

X kuşağı:1965 ile 1980 yılları arasında doğanlardır. Ah benim çilekeş, ne ebeveynleri gibi saygı gören, ne evlatları tarafından baş tacı edilen kuşak. Bunlar tam bir kayıp kuşak.

Y kuşağı: 1980 ile 2000 yılları arasında doğan kişilerdir.

Z kuşağı: 2000 yılından sonra doğan, dediğim dedik, çaldığım düdük diyenler. Kural tanımayanlar, iş beğenmeyenler, çabuk yorulup çabuk sıkılanlar, Z kuşağı elemanlarıdır.

Gelelim bizim “Kayıp Kuşağımıza” Yani X kuşağına. Bizler, yani X kuşağı akranlarım, kayıtsız şartsız itaat beklentisiyle ve ana-babalarımızın hayat sigortası olarak büyütüldük. “Yaşlandığım zaman bana bakacak.” diye koşullandırıldık. Bizim kuşağımızdaki insanlar tam bir geçiş dönemi insanlarıdır. Kendi ana-babalarımız gibi yokluk ve zorlukları da yaşadık. Çocuklarımız gibi teknoloji dönemini de. Tarhana da yaparız, erişte de keseriz, eskiyen kıyafetlerimizi dönüştürüp başka bir alanda da kullanırız. Çocuklarımızın yaptığı bilgisayar ve internet ortamında pek çok yazım-çizim ve iletişim işlerini de büyük bir maharetle yapabiliriz. Çok yönlü becerilere sahip olduğumuz için neye ihtiyaç duyarsak, hemen adapte olabiliriz ve disiplinli çalışmalarımız sayesinde mutlaka başarıya ulaşırız.

Şimdi bu kuşağın insanları, orta yaşı tamamladılar. Çocuklarını büyütüp hayata kazandırdılar. Yuvadan uçurdukları evlatları da artık çoluk çocuğa karıştı. Çocuklarını büyütürken, ‘’Biz görmedik, çocuklarımız görsün, biz yaşamadık, çocuklarımız yaşasın.’’ diye onların rahatı ve mutluluğu için ne gerekiyorsa yaptılar. Yaygın söyleyiş biçimiyle, çocuklarına, yemediler yedirdiler, giymediler giydirdiler. Çocuklarını büyütmek, okutmak için çok büyük özverilerde bulundular. Çocukları evlendikten sonra da onlara kol kanat germeye devam ediyorlar, gidip onların evlerini temizliyor, yaptığı yemekleri çocuklarının evine taşıyorlar, torunlarına bakıyorlar.
X kuşağı insanları, kendi annelerinin evine gittikleri zaman, orada artık kendi ayakları üzerinde duramayacak kadar yaşlanmış olan anne-babalarına hizmet ediyorlar. Hem çocuklarına ebeveynlik yapıyorlar, hem de ana-babalarına.

Yani X kuşağı insanları kendi evlerinde de çalışıyorlar, annelerinin evine de gidip çalışıyorlar. Fakat asla memnun olmayan ana-babalarının, bitmek tükenmek bilmeyen eleştirilerinden yorgun düşüyorlar. Yaptıkları işler için teşekkür göremedikleri gibi, pişirdikleri her yemeğe bir kusur bulunuyor. Yaptıkları her işe bir kulp takılıyor. Her gün etraflarında pervane olduğu yaşlıların yanına, hasta olup da bir gün gidemeseler, haftalardır neredeydin diye sitem edip, duygu sömürüsü yapmalarından bunalıp hayattan soğuyorlar. Onların yanında hasta olduğunu söylemek gafletinde bulunurlarsa, hemen sözünü keser, “Benim de şuram ağrıyor.” diye başlar ve bir daha asla susmazlar. X kuşağı garibim de her gün yüzlerce kere dinlediği hastalık hikayesini bir kez daha duymamak için ortalıktan kaybolur.

X kuşağı insanlarına dinlenmek yok zaten. Kimin neye ihtiyacı olsa onlara müracaat ediyor. Kendi evlatlarının evine de gidip çalışıyorlar. Çocuklarının ve torunlarının şımarıklığı, işlerinin ve derslerinin yoğunluğundan sürekli şikayetçi olmaları, vurdumduymazlığı, müsrifliği, tembelliği, “Armut piş ağzıma düş.” der gibi hazırcılığı, dünyanın merkezinde sadece kendini görmeleri, emeğe zerre kadar değer vermemeleri de X kuşağı insanlarını fazlasıyla yoruyor.

X kuşağı insanları fırsat buldukça da kendi işlerini yapıyorlar. Onlara hizmet eden kimse yok. Zaten hizmet de beklemiyorlar. Hiç alışık değiller. Aslında hepsi emekli oldular. Dinlenmek, gezmek, hayatın içinde koşturmaktan vakit bulamadıkları, içlerinde ukde kalan hobilerini yapmak için en uygun olan bu dönemlerini ana-babalarına bakmakla, onların sonsuz kaprislerini çekmekle, çocuklarına torunlarına yetişmeye çalışmakla, onların nazını, sazını dinlemekle geçiriyorlar. X kuşağı olan insanların hastalıkları, yorgunlukları, dargınlıkları, kırgınlıkları kimsenin umurunda değil. Ana-babaları ve evlatları arasında koşturmaktan, onlar da kendilerini hiç düşünemiyorlar.

Bu kuşak insanları, gençliklerinde kendi işlerini kendileri yaptılar. Ailelerinden fazla destek görmediler. Hatta birçok yerde köstek oldu aileleri onlara. X kuşağı insanları, azimleri, gayretleri, disiplinli ve ilkeli duruşları sayesinde her güçlüğü yendiler, hayatlarını yoluna koydular. Çok yönlü yetiştikleri için kimseye ihtiyaç duymadan işlerini kendileri hallettiler. Kendi ayakları üzerinde durabilen bir kuşaktı.

İnsanların, büyüklerine ve evlatlarına yardımcı olması çok güzel bir davranıştır. Hepimiz yaşlılarımıza destek olmalıyız. Çocuklarımıza ve torunlarımıza da yardımcı olmalıyız. Fakat insanlar, büyüklerine ve evlatlarına yardımcı olurken kendi hayatlarını da yok saymamalıdırlar. Çünkü herkesin yaşamaya hakkı var. Kimse kimsenin yaşam hakkına engel olmamalıdır.
Sözün özü,, X kuşağı insanları kendi anne-babaları ve kendi çocukları arasında koşturmaktan helâk oluyorlar. Kendilerine ayıracak vakitleri yok. Bu insanlara kayıp kuşak diyebiliriz.